Yorgun musunuz? Bezgin misiniz? Yaşadığınız sıkıntılar size umudunuzu mu kaybettiriyor? O zaman size gene eski bir yazımdan bir alıntı yapayım. O kadar da enseyi karartmayalım demek için…
Baron Edouard-Jean Empain 1970’lerde dünyanın en mutlu insanlarından biriydi. Fransa’nın en zengin ailelerinden birine mensup başarılı bir işadamı, sosyetenin ve medyanın gözbebeği, burnu havada bir aristokrattı. (Galiba Belçikalı idi, ama Fransa’da yaşıyordu.)

Sonra bir gün, 23 Ocak 1978’de, terörist olduğu söylenen birileri tarafından kaçırıldı. Ciddi olduklarını göstermek için küçük parmağını kesip ailesine gönderdiler. Kendini beğenmiş baronun salya sümük ağlarken, kendini kaçıranlara yalvarırken çekilmiş video kasetini basına dağıttılar.
Fidye ödendi, Baron serbest kaldı. Ama karısı çocuklarını alıp gitti. Baron iflas etti. İnsan içine çıkamaz hale geldi. Yani, hayatı yıkıldı.
Bu olaydan yıllar sonra, VSD adlı bir dergi, bir zamanların bu gözde milyarderini bulup, röportaj yapmıştı, 1993’te. Empain, gazeteciye şöyle diyordu:

“İkinci bir hayat yaşadığım için çok şanslıyım. Artık çok farklı bir insanım. Evet, kaçırılmak ve hayatım yıkılması belki benim için iyi oldu aslında. Eskiden, iyi şeylerin hep ileride olduğunu düşünürdüm. Hep, bir şeylerin peşinden koşar dururdum. Ertesi günkü bir randevu, iki ay sonraki yönetim kurulu toplantısı… Yaşadığım anı fark etmiyordum bile. Artık geleceğim yok, bugünüm var, şimdim var. Geçen her saat güzel, keyifli. Yaşım 56, bundan sonra değişecek değilim. Kendi kendime soru da sormuyorum. Neysem kabulüm, oyum. Sonra? Sonrası yok. Ama yaşamaktan zevk alıyorum, her anın tadını çıkarıyorum. Nihayet bir bilge oldum galiba… Mutluluk denilen şey, belki de budur!”
Bir kere daha tekrarlayayım isterseniz…
Mutluluk varılacak yer değil, yolculuğun kendisidir. Sorunlarınıza çare olmasa bile, bu yöntem, bu bakış açısı, bu hayat felsefesi size biraz nefes aldıracaktır en azından. Şimdi bir an gözlerinizi kapatın. Yaşadığınız, nefes aldığınız, sevdiğiniz ve sevildiğiniz için ne kadar şanslı olduğunuzun bilincine varın. Gidip kendinize sevdiğiniz bir müzik kaseti (demişim o zaman), bir kitap alın, yahut aklınız kalan o kırmızı kazağı… Akşam karınıza bir gül götürün. Bu hafta sonu çocukları alıp bir yerlere gidin. Paranız mı yok? Olsun. Pazar günü, Boğaz’da bir kahveye oturup çayınızı için… O anı şimdiden düşünün, heyecanlanın… Teslim olmayın. Bırakmayın hayatın boş tarafı dolu tarafını alt etsin.
Yaşayın!