44 yıl önce gitmişim en son. 1977 yazında. Boktan, bakımsız, yolları tozlu delik, deşik çarşı niyetine üç beş tane dükkândan ibaret bir sahil köyüydü o zamanlar. Marina yaramış. Göcek zenginleşmiş. Şık dükkânlar, güzel ve bakımlı bir cadde. Eylül ayı tabii, kalabalık da yoktu. Temmuz-Ağustos çekilmez diyorlar. Ne sıcağı ne kalabalığı.
İlk gün tufaya geldik. İki yıldır pandemi yüzünden Göcek’teki evlerine gidemeyen arkadaşlarımız “Göcek adasında küçük sevimli bir plaj var, motorla gidiliyor” dediler. Gittik. Motor bedava olunca kıllanmalıydık gerçi. Meğer küçük adanın tek plajına birileri çökmüş. Ayakbastı parası adam başı 250 TL olmuş. Eskiden salaş bir yermiş burası, giriş 15 TL imiş. Şimdi çok şık ama bir o kadar da kazık. Aklınızda olsun.
İkinci gün, nefis bir tesise gittik. Ağaçların altında 2-4 odalı villalar (kaça diye sormaya bile cesaret edemedik ama galiba ölü sezonda en küçüğü gecelik bin 500 TL imiş), denizin üzerinde bir cafe-restoran, denize girilebilecek gibi bir iskele ve şemsiyeli şezlongların uzandığı güzel bir kumsal. Otel müşterilerine bedava. Günübirlikçiler için ayrı bir yer yapılmış. Selamınaleyküm 250 TL. Konsomasyon hariç. Az ötesi ise halka açık bir plaj. İnsanlar havlularını serip, şemsiyelerini dikip denize giriyorlar. Halka açık ve bedava olunca da, halkımız malum, b.k götürüyor. Sigara izmaritleri, boş plastik şişeler, ağzı bağlanıp atılmış çöp torbaları, domates salatalık kabukları… Biz otelin plajına yerleştik. Arkadaşlarımız temmuz ayında Göcek’teki evlerini bir tanıdıklarına tahsis etmişler. Tabii para kabul etmemişler. O insanlar da “Bir yeğenimizin Göcek’te güzel bir oteli var. Otelin lokantasında, plajında sizi bir iki gün ağırlamak isteriz” diye ısrar etmişler. Gittiğimiz otel o oteldi. Davet üzerine gittiğimiz ve para ödemediğimiz için, iki Türk kahvesi ve iki açık çay dışında, ne yedik ne içtik, görgüsüzlük olmasın diye.
Üçüncü gün adını unuttuğum bir tesiste – çiftlik diyorlar ama bildiğin kır lokantası – mükellef bir kahvaltıdan sonra Dalyan’a gittik. Motor kiralayarak (550 TL yerine pazarlıkla 400) sazlıkların arasından – bir tane bile Caretta Caretta’ya denk gelmeden – İztuzu plajına. Akdeniz’in en güzel plajlarından biri. 4,5 km muhteşem bir kumsal. Bedava. Adambaşı 15 kağıt. Belediye işlettiği için de bizim milletle olabileceği kadar temiz ve bakımlı.
Dördüncü gün, gene tufaya geldik. Gene daha önce davetli gittiğimiz o otelin plajından girelim denize, dedik. Tesisin müdürünü aradık “Biz tekrar geliyoruz ama bu sefer yediğimizin içtiğimizin parasını ödemek şartıyla…” dedik. Ama, yediğimizin içtiğimizin yanında… 4 kişi bin TL de ‘ayakbastı’ hesabı çıkaracaklarını tahmin etmemiştik.
Göcek’te nedense üç-beş lokanta var, o kadar. Diğerleri pek bir uyduruk. Acaba marinaya yanaşan milyon dolarlık (kimileri 20-25 milyon dolarlık) yatların, gemilerin ahalisi yemeğini teknede mi yiyor, bilemedim. Çarşı yolundaki bir balıkça lokantasında oturduk biz, iki kere. Meze, namuslu taze balık, bir 50’lik rakı, hedayesi bin papel.
Çok para lafı ettim, özür diliyorum, şunun için, şunu söylemek için:
Yıllarca sonra ilk kez Ege’de, Akdeniz’de bir tatil yapınca (ki ben otel parası da vermedim üstelik) anladım ki artık sahilleri, Akdeniz sahilleri bizim gibilerin harcı değil…
Ya gerçekten hesabını bilmediğin yahut çok kolay kazandığın paran olacak;
Ya da böyle bir yerde tatil yapmak – tatil yaptım diye Instagram’dan fotoğraf paylaşmak – senin için o kadar önemli olacak ki, borç-harç-kredi kartı, gözünü karartıp gideceksin sonra bir sene bir tarafını sıkıp ödeyeceksin.